Türk tarihi üzerine iki bakış
Yazar Administrator   
Cumartesi, 24 Kasım 2007
2822 kişi okudu

  Türk tarihi üzerine iki bakış
  Bu gün okuduğumuz tarih, maalesef batı güdümlü, bize dayatılmış tarihtir ve sıhhat derecesi sorgulanmalıdır. Atatürk bunu başlatmış, Türk Tarih Kurumunu ve Türk Dil Kurumunu kurarak gerçek Türk ve dünya tarihi üzerine yönelinmesini hedef göstermiştir. Ancak son 70 yıl batı kaynaklarını tasdik ve kabulle geçirilmiştir(3). Burada; Sintaşlar, taşlar, piramit/kurgan/üyük  ve mağaralardaki yazı ve damgalar/rünler, halılar, kilimler, tabaklar vb. ile ulaşılabilen tarih(2) ile Asya ve Anadolu söylencesinden günümüze  ulaşan tarih hakkında iki bakış sunmaya çalışacağız(4).
1. Taşlar yalan söylemez. Yazdıklarını veya şekillendirdiklerini doğru okuyabilirsek, bize doğru bilgi verirler.
a. Çin’de batının “Beyaz piramit” dediği ve Çin’in askeri bölge ilan edip son bin yılda dünyadan sakladığı 300 metre yüksekliğinde bir piramit ve çevresinde birçok küçük piramit mevcut olduğu ve Çin’ in Uygur bölgesinde bulunduğu artık saklanamamakta(2) ve internet sayfalarında uçuşan yazı ve resimlerle desteklenmektedir.
b. Merkez Asya olmak üzere,  Anadolu’da, Avrupa’da ve diğer bilmem nerelerde, anıt mezarlar/ üyükler ve yazılı taşlar, Asya kökenli oluşların ardılları olarak dünyaya haykırmaktadır(2).
Bu iki oluş ve buna bağlı resim, şekil, damga/rün, yazı kabilinden oluşan bilgi özü bize; dünya insanlık tarihinin 80-40 bin yıllara uzandığını, son 20- 10 bin yıllarda yazının, yaratan bilincinin iteklemesiyle(1:96-1,2,3,4,5), tek yaratıcı bilincine ulaşan; sonraları kendilerine Türk, Göktürk, Uygur, vb diye ad verilen topluluklarla yönetim ve uygarlık düzeyine büyük aşamalar kazandıran Türk budunu/ulusu ile önce Asya’da,  sonra diğer kıtalarda ve özellikle özel bir bölümü Anadolu’ da; sanırım doğal afetler, İç uyuşmazlıklar ve hırslar yüzünden zorunlu göçler nedeniyle kaldıkları yerlerde  büyük medeniyetler kurmuşlar, özellikle de Anadolu’ya devamlı akışlar oluşturmuşturlar. Batının dini veya dini olmayan entellerinin; binlerce yıldır iliklerine işleyerek devam eden Türk kini halen, her aşamada, Türkü yok saymak veya  Osmanlı’ya dedirttikleri gibi “Etrak-i bî idrak/anlayıştan yoksun Türkler” ; kaba, anlayışsız, beceriksiz vb gibi insan sınıfına sokulmamak gibi (gelde bu söyleme;” kişi kendini söyler “deme) söylem ve eylemler sürdürmektedir(2).
2. Hive’li  Eb-ul Gazi Bahadır Hanın, biraz da Tevrat kokarak, yazdığı  Dr. Rıza Nur’un  eski Türkçe derlediği “Secere-i Türkî/Türk Seceresi”  kitabı(4) batıda ve bizde bulunduğu halde, entellerce hiç akla getirilmez.
a. Kitap; Asya ve Müslüman söylemlerini yazarının anlayışıyla içselleştirerek sözel bir tarih oluşturmuştur. Âdem’den Nuh’a kadar, insan ömrünün çok uzun olduğu ve geçen 10 000 yıl civarında bir süre sürdüğünü özetler.
b. Nuh Tufandan sonra, inananları ile karaya çıkıpta bir süre geçince, üç oğlu ve üç gelini haricindeki yanındaki insanlar da ölür. Oğulları ve eşlerini ayrı ayrı yönlere, yurt edinip çoğalmak üzere, gönderir. Oğlu Yafes ve eşi Asya içlerine gider ve uzun yıllar yaşayarak  9 oğul sahibi olur. Bunlar; Tük, Moğol, Çin, Bulgar, Rus vb adlarını alırlar. Ölünce yerine büyük oğlu Türk yönetici olur. Oda uzun yıllar yaşar , Hak dini/Tek Tanrı inancını sürdürerek adaletli bir yönetim gösterir. Onun ölümünden sonra yönetim ve inanç farklılıkları yavaş, yavaş çoğalır. Ergenekon  es geçilse dahi bu kere; erken ölen bir boy beyinin yerine liderliği eşi devralır. Çok bilgili, becerikli ve namuslu olan bu hanımın çadırına bir gece gökten bir nur iner, fasılalarla bu iniş devam eder. Kısa bir süre sonra hamile kalınca; boyunun ileri gelenlerine durumu anlatır. Nurun tekrar geleceği günü söyleyip o gece bazılarının şahit olması için nöbet tutmasını ister ve kabul ettirir. Bu gerçek şahitlikle tespit edildikten sonra, onur kabul edilip yaşam daha iyi ve güzel olarak devam eder. O güne kadar Türkler;  kara yağız, kara gözlü, yapılı insanlardır. Bu hanımın, bu şekilde üç oğlu olur. Biri sarışın açık renk gözlü, diğeri kumral açık renk gözlü, bir diğeri kızıl saçlı açık renk gözlüdür. Bu çocukların nesillerine sonraları Göktürk denir. Cengiz Han’ a kadar yine 9-10 bin yıl geçer. Bu uzun sürelerde tek yaratıcı inancını koruyanlar ve sapanlar olur. Liderleri yetenekli olanlar, iller, devletler, imparatorluklar kurarlar. Tek tanrı inancında kalıpta yönetimden rahatsız olanlar ve/veya doğal nedenlerle çaresizlikten göç edenler her yönle yeni yerleşim yerleri bulmak için ayrılırlar. Gittikleri yerlerde yeni yaşam ve yönetimler kurarlar. Bu dönemlerde Anadolu ve civarlarına Rum diyarı dene gelmiştir. Bu ve benzer nedenlerle Anadolu’ya M.Ö. 14-7 bin sene önceden başlamak üzere birçok boy ve aşiret gelerek yeni devletler kurmuş, yeni medeniyetler getirmiştir. Hepsinin de genel adı Türk’ tür. Bunların çoğu yönetim ve genel kabulde Tek Yaratıcı inancıyla yaşayıp adil bir yaşam sürenler ile bu yönetimlerde yaşamak isteyen ve Bu yönetimin kurallarına uyanlardır(2-3). Bu özde budur. Her ne kadar detaylarda, dinsel veya başka kabullerden oluşan akıl dışılıklar varsa dahi, her iki bakışında kabul edilebilir yanları olduğu görülür.
3. Sonuç: 
Bugünkü kabul edişlere göre, insanlık tarihinin 80 ile 20 bin yıl arasında bir yerlerde başladığını sanıyoruz(2). Düşünce ve eylemleriyle uygarlığa adımını atıp Yaratıcının tekliğini ve “Leyse Kemislihi şey (Şey misli gibi değildir)(1;42- 11)”  kendisinin ve bütün varlıkların şey olduğunu, Kur’an’ dan Adem (A.S) ve eşi Havva( Quvva/Katun; Kağan’a kuvveti temsili olarak ileten) ile insanın yeryüzü temsilciliğinin başladığını çıkarsıyoruz(1). Şey’liğinin bilinci ile “İnnâ Lillahi ve innâ ileyhi râciûn/ Muhakkak ki Allah içiniz ve O’na dönücüleriz” bilincine ulaşan bu öncüler; Doğaya saygı duyarak, ondan nasıl faydalanacaklarını öğrenerek, bitkileri ekip dikerek, hayvanları ehlileştirerek; ite/kurta ve dağ keçisine davranış ve yaşam tarzları nedeniyle saygı duyarak, taş ve madeni kullanarak, tek yaratıcı inancıyla çalışıp didinerek bilgileri ve becerilerini arttırmış, önce resim ve damgalarla, sonra hece ve harflerle, dikey ve yatay disiplinle, taşlara yazarak bilgi ve becerilerini geleceğe aktarmışlardır(2 ve 3). K. Mirşan’ ın  önermeleri ile H. Tarcan’ ın  irdelemelerinden, C 14 karbon testi ve diğer tarihlemelerle, en az 20 bin yıl evvel ön Türk atalarımızın; Yaratıcı’ nın gökteki temsilcileri Kün(Güneş) ve Ёki(eşi) eliyle yerdeki Katun’a ve Katun vasıtasıyla eşi Kağan’ a Yaratıcının yönetme güç ve bilgisini (halifeliği) vererek kutsadığını Mağara içlerine ve kaya üzerlerine damgaladıklarını/ rünlediklerini öğreniyoruz. Aynı halkın, aynı kültürle – 14 binlerde Anadolu’ya da yerleştiklerini, aynı yoldan görüyoruz(2). Yunus peygamber/ nebi bir zaman sonra gaflete düşen Anadolu ön Türklerini uyarmak için gönderilir(8 ) Burada dikkati çeken; Arapça Türkler: Etrak, diye okunur. Bu kelimenin arab harflerinin ebced değeri( arab harf değerleri) toplamı 622 sayısını verir(9). Bilindiği gibi Türkler güneş takvimini kullanır ve bu tarih hicrî başlangıç tarihidir. Bu yıllarda Büyük Türk İmparatorluğu Kağanının resmen Mani dinini Kabul ettiği ve halkını zorladığını sanıyoruz.  Kur’anı Kerimde( 42-7) ve  (6-92) ayetlerinde Allah(C.C), Muhammed( A.S) dan  “Ümmül Kurâyı ve çevresini uyarmasını istiyor. Maalesef Diyanet ve diğer meallerde bu kavram; Mekke ve çevresi diye açıklanıyor. Oysa (1: 47-13) ayetinde Mekke sadece “karye” olarak veriliyor. Buradan Ümmül kurâ’nın; kültürlerin/ Medeniyetlerin anasının(5) o yıllardaki Büyük Türk imparatorluğu olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Ayrıca, Nebi doğup yaşadığı çevresini zaten uyarmak zorunda olduğundan ve “Alemlere Rahmet olarak indirilen/gönderilen” (1:21-107) Resul’ün en büyük medeniyet/kültür ve çevresini uyarması, en akla uygun olanı görünüyor.
O günlerde Rumeli(Anadolu ve civarındaki yerler ve denizler) Bizans! Mülükünün (Kral/İmparator)!”yoksa OY – OĞ Kağanı mı?” emrinde olduğundan, ona ve çevresindeki ülkelere elçiler gönderilmiş ancak daha doğu-kuzeydoğu uzaklarda olan ana kültür merkezine, savaş ve kargaşalıklar nedeniyle ulaşılamamış olduğu sanılıyor. Benden sonra hilafet 50 senedir diyen Resul’ümüzü haklı çıkarır şekilde; Emevî orduları, zenginlik ve varlıklarını ele geçirmek amacıyla, 708 yılında, baskın şeklinde, Türk illerine saldırırlar. Bütün kayıtlı bilgileri yok edip, değerli her şeyi yağmalayarak, korunmasız genç erkek ve kızları esir edip köle yapar veya satarlar(2). Çok daha sonraları Mekke’de kendine özgü tavaf ve ihramını iki sene süreyle yapan evli ve iki çocuk sahibi Hallac-ı Mansur(6) 888 yılında,30 yaşında, uyarmak için, Türk illerine, 5 yıl sürecek bir sefere çıkar. Dönüşünden beş yıl sonra Hind ve Çin seferlerine çıkarak, beş yıl sürecek ikinci seferinin dönüşünde, daha kuzeydeki Türk illerine de uğrayarak seferini tamamlar. Demek ki kâmil bir Müslüman olarak kültürlerin anası ve civarlarına tebliği, tüm saflığı ile kılmış ve “ Âl-i Muhammed’e dahil olmuştur(6 ). Daha sonraları Ahmet Yesevi’nin(1080?-1166)  gözetiminde(7), müridi olan erenlerin denetiminde birçok Türk boyu; kah kuzeyden gelen din zorlaması, kahsa Hallacın öğrettiği Kur’ân  gereği, Rumeli takviye edilmek üzere, Anadolu’ya gönderilmiştir. Daha da sonraları, ilâhi rahmet olarak, bu halkın(Yunus(A.S) halkı(8)) din ve kültürünü sağlamlaştırmak üzere, Yunus Emre gönderilmiş, Osmanlının sapıp parçalanmasından sonra ise, din ve kültür birliğine ulaşması için Mustafa Kemâl ATATÜRK, Kağan olmak üzere, bir süre için(1:10-98 ) bu halka, Yaratıcı tarafından, armağan edilmiştir.1938’ den bu yana bireysel ve toplumsal birlik, dirliğimizin öz eleştirisini yapmamız gerekir, çok fazla zaman olduğunu sanmıyorum. Ya bu Kurâ’yı /kültürü sürer, ya bu diyardan gideriz, göz yaşına bakılmaz(1:42-14).
(Not: Bu yazı, aşağıdaki kaynakça esas alınarak ve 50 yılı aşkın bir okuma ve deneyimin tecrübelerinden süzülerek, Abdullah isminin manasını tamamlamak isteğiyle kaleme alınmıştır. Yazıdaki yoruma açık ifadeler ve yazının her harfi/kelimesi yazarının sorumluluğundadır. Kaynakçalar belirtilerek kullanılabilir, geliştirilebilir veya yorumlanabilir. Başarı Allah’ tandır. Allah dilerse inşa eder, dilerse yok eder; dönüş O’nadır.)
                                                        ( 19 Kasım 2007) İbrahim İNAÇ(Gazi)
Kaynakça:
1. Kur’ân-ı  Kerîm.
2. Ön-Türk Uygarlığı 1A,1B, 2(H.Tarcan 2.baskı 2006 www.arikankitap.com)
3. Yönetim Gelenekleri ve Türkler 2 cilt(M. Aydoğan Umay Yayın.)
4. Şecere-i Türki(Ebu-l Gazi Bahadır Han’dan eski Türkçe der.Dr.R.NUR)
5. Kur’anın Temel Kavramları(Y.N. Öztürk Yeni Boyut Yayın.)
6. Hallac-ı Mansur ve Eseri(Y.N. Öztürk. Yeni Boyut Yayın.)
7. Divan-ı Hikmeten Seçmeler(K. Eraslan Kültür Bakanlığı)
8. Çağımızın Kur’an Bilgisi, I, II, III, IV Kitap (Saadettin Evrin)
9. Yeni Lûgat (Abdullah Yeğin Yeni Asya Yayın.)


Perşembe, 06 Mart 2014 de son kez okundu
Son Güncelleme ( Cumartesi, 24 Kasım 2007 )