Beyan Üzerine
Yazar Administrator   
Cuma, 11 Ocak 2008
2602 kişi okudu

Beyan Üzerine

Çocukluğumda, ilkokul çağlarında,yaz sıcaklarında oruç tutarken; çok sevap kazanmak için, camide iftar açıp akşam namazını camide kılardık, bir-iki arkadaşla. O günlerde bize:”Bir zaman gelecek, Kur’an gökkuşağı renklerine göre açıklanacak, onu edinip anlamaya çalışın.” Dendi. Yıllar sonra, yüzbaşı iken; Çağımızın Kur’an bilgisi adında, yeni çıkmış bir kitap dikkatimi çekti. Bu, O kitaptı. Yazarı, Diyanet İşleri Başkanvekilliği yapmış Emekli bir Tümgeneral olan Sayın M. Sadeddin Evrin idi. Kendisiyle bir ara mektuplaştık; yaşlı askerin genç askere(her ne kadar hak etmese de) övgüleri, genç askerin yaşam sevincini arttırmıştı. O’nun kitabından aldığım beyan açıklamalarını, yaşlı bir asker olarak, “gençbozüyük”lülerle paylaşmak beni onurlandırır. Dilerim Allah’ ta bu iki askere ve gençbozüyüklülere ikrâm ve ihsanını her daim bol bol verir.

Mânanın örtüsünü açan, gizlinin üstündeki perdeleri yırtan şeydir. Söyleyenin istediği amaç anlatmak, dinleyeninki de anlamaktır. Bu ne ile başarılırsa, mâna ne ile açıklanırsa işte o, beyandır.

Şimdilerde bu geniş konu, belâgat ilmi adı altında tanımlanıyor. İlk bölümü olan fesahat; sözün, lügat bakımından açık, düzgün ve kusursuz olmasıdır. İkincisi maanî’ dir ki, sentaks dediğimiz nahiv yani söz dizimi sorunlarını, hâlin gerektirdiği tarza uygun, deyişlere iletir. Üç asırdan bu güne, yanlış olarak, yalnız üçüncü bölüme adı verilen beyan ise; teşbih/ benzetme(anologie), istiare/bir kelimenin manasını başka manada kullanmak (cathachrése), kinâye/üstü örtülü(allégorie), mecaz/kendi manasında değil de benzer başka bir mâna ile veya istenileni hatırlatır şekilde(méthaphore), bütünü söyleyip bir kısmını murat etme ”zikr-i kül irade-i cüz” veya bunun aksi yönde bir anlam, bir kısmını söyleyip bütünü murat etme, belirtme demek olan “mecaz-ı mürsel”(synecdoche) gibi ifade yollarını gösterir. Dördüncü bölüm olan bedî; edebiyatın eskiden beri kullanılan, çok geniş alanıdır. Bazılarını kaydedelim:

Okuyanın zihninde kendiliğinden belirecek olan bir veya birkaç kelimeyi söylememek “hafz” (ellips), gramere göre değil, manaya göre mutabakat (sylleps), devrik cümle (inversion), bir sözü faydalı şekilde uzatma “ıtnap”(pleonasme), sebep yerine etkeni mahal yerine hâli deyiş “tebâdül” (métonymie), sözü yumuşatma “edebî kelâm”(euphémisme), özel isim yerine cins isim veya bir terim kullanma(antonomase), bir kelimeyi asıl anlamına aykırı bir anlamda kullanma/karşıtı ile adlandırma(antiphrase), nesirde/düz yazıda son kelimenin kafiyeli oluşu “secî” (assonence), vezin eşitliği/ahenk(rythme), vb. Lafza ait şekiller/sanayi-i lafziye..

Karşıtları yan yana getirme “cem-i ezdad”(antithèse), takrir/bildirmek, ağızdan anlatmak, sırasında bir şahsa hitap(apostrophe), soru “istifham”(interrogation), bir işin olay sırasına göre anlatımı “lef ve neşr-i müretteb”(énumeration), büyüyen veya küçülen halleri belirten kelimeleri buna göre sıralama “tedrîc, tensîk” (gradation), bir fikri ima ile anlatma “telmih” (réticence), cümleyi kesik bırakma/kat’ (interruption), bir söz yerine mâna bakımından uygun birkaç söz katma “telfîk”( périphrase), bir mânayı daha etkin yapmak için tasvire şiddet verme/mübâlaga(hyperbole), az sözle çok mana sezdirmek “icaz”(litote), açıklamak istenmiyeni anlayışa bırakma “îhâm”(préterition), bazı yerleri veya şahısları konuşturur gibi söyleyerek bir fikri açıklama “intak”(prosopopée), bir şeyi göz önünde cisimlendirir gibi tasvir etmek “hâle mutabıklık”(hypotypose), kısaltılmış terimler “mukattaat”(abrévation), konu sonundaki kuvvetli deyişler “hüsn-ü intiha”(epiphonème), vb..gibi manaya ait incelikler/sanayi-i mâneviyye.

İşte Kur’anda(55/1-4)”Rahman öğretti Kur’anı, (nasıl ki) yaratıp insanı, ona öğretti beyanı” dendiğinde akla gelivermesi gereken beyan bu. Bütün insanlığa, bugüne dek öğretilmiş anlatım ve anlayış becerilerini, en iyileri ile kapsamına alır. Nasıl ki, allamelerin dediğince;”Kur’ana abdestsiz el değdirilmez” lafı Kur’ana göre(56/79):”(O’nun saklı,dizili lutuf ihsan ve feyizlerine) tam arınmışlardan başkası değinemez…” Yani kişi olarak; zulüm, şüphe ve riyadan/iki yüzlülükten tamamen arınmış iman ve ilim sahiplerinden başkası, tutup bu güzellik ve ihsanları açıklayamaz. Senin anlayacağın ancak insanlar, bizzat Allah’ ın dilediği dışında, bilgisinden hiçbir şeyi kavrayıp kuşatamaz(2/255). Hele hele, Allah’ ın yaratıp insanların faydalanmasına sunduğu, kur’anda haram olarak bildirmediği şeyleri, Allah ve Kur’an adı kullanmasalar bile, ki devamlı hastalık halinde kullanırlar; “bu helâldir, bu haramdır diye, kur’an dışında ahkâm kesmek/hükümler vermek çok büyük suçtur. Böyle bir suça alet olmamak için, özellikle yasaklama konusunda çok açık ve net olanları anlamadan, bu konuda Allah adına söz söylememek için, Kur’ana dört elle yapışmamız, hele ki ilk emir “oku” diye gelmiştir, gece gündüz yapışıp anlamaya çalışmamız gerek. Bu dünyada güvenilecek insanlar mumla aranmaya başlandı, her koyunun kendi bacağından asılma zamanı geldi artık. Helâl lokma, helâl hırka, helâl eş ve helâl söz sahibi olmaya gayret gerek. Kur’an, eğer beyanı bilirsek, bilebilrsek helâl arkadaş, helâl kardeştir bize. Şen ve esen kalın.

( 07.01.2008) İbrahim İNAÇ(GAZİ)
(Not:tırnak içi Arapça söylemler ile parantez içi Fransızca söylemler ilgilenenlere gün olur lazım olur düşüncesi ile orijinalinden alınmıştır)

Kaynakça:

Çağımızın Kur’an Bilgisi(Ayyıldız Matbaası A.Ş. Ankara M.Sadeddin Evrin)


Perşembe, 06 Mart 2014 de son kez okundu